Skip to main content

Hamdi Ulukaya,“çoban” kelimesinden türeyen ve Amerika’da en çok satan üçüncü yoğurt markası olan Chobani yoğurt’un sahibi. Yoğurt macerası, dil öğrenmeye ve MBA yapmak üzere Amerikaya gitmesiyle başlıyor.  2007 yılında piyasa…

Hamdi Ulukaya,“çoban” kelimesinden türeyen ve Amerika’da en çok satan üçüncü yoğurt markası olan Chobani yoğurt’un sahibi. Yoğurt macerası, dil öğrenmeye ve MBA yapmak üzere Amerikaya gitmesiyle başlıyor.
 2007 yılında piyasa sürdüğü Chobani
marka yoğurt, şu an 257 milyon dolarlık bir şirket değerinde.  Yoğurdunu, “Yunan yoğurdu” (Greek  yogurt) ibaresiyle satması,
özellikle Türklerden tepki alıyor.

 

Forbes dergisi tarafından “Yoğurdun Steve Jobs’u”
şeklinde tanıtılan Hamdi Ulukaya, Fortune dergisine başarı hikâyesini şöyle
anlatıyor:

“Türkiye’nin doğusunda büyüyen bir çocuk olarak, çoban ve
peynircilik olan aile işimizle pek ilgilenmiyordum.  Buna rağmen iş dilini ve içgüdülerini
babamdan öğrendim. Biz buna Anadolu iş şekli diyoruz: itibarın servetindir.

1994’te Amerika’ya MBA yapmaya ve İngilizce öğrenmeye
geldiğim sırada, babam beni ziyarete geldi. Bana, “Bu ülkede hiç güzel peynir
yok. Peynir üretmelisin” dedi. Bende ona bunca yolu peynir üretmek için
gelmediğimi söyledim.  Fakat sonrasında aynen
öyle yaptım. “ Ulukaya, birkaç ders aldıktan sonra okulu bırakarak iş dünyasına
atılıyor.

İlk önce New York’ta Euphrates adlı peynir
şirketini kuran
Ulukaya, o dönem için “Hayatımın en zor 2 senesini geçirdim” diyerek
özetliyor. “Fakat zorluklar olmayınca bazı şeylerin olması da zor” diye
ekleme yapıyor bir söyleşisinde.

2005 yılında bir aile kurarak sakinleşmeyi düşünürken, posta
kutusuna gelen bir ilan ile hayatı değişiyor. Donanımlı bir yoğurt fabrikasının
satılık ilanı olan bu kâğıt parçasını önce çöpe atıyor. Daha sonra içgüdülerine
güvenerek önce ilanı çöpten çıkartıyor, sonra herkesin uyarılarına karşı
fabrikayı satın alıyor. Kraft’ın kapattığı bu fabrikada işinden olan 55 kişiden
5’ini işe alıyor. İlk toplantılarında, ne yapacağını bilmeyen Ulukaya, “Duvarları
boyayarak başlayalım” direktifini veriyor. Daha sonra ekibine dahil ettiği bir
yoğurt uzmanı ile bir buçuk sene uğraşarak, “mükemmel bir yoğurt karışımı” olan
ürünlerini elde ediyorlar.

Üç küçük mağaza ile sektöre giriş yapan Chobani yoğurt, 2009
yılından itibaren yavaş yavaş büyük marketlere yayılıyor. Yoğurt, günde
yaklaşık 1.361 kilo süt kullanarak üretilerek, bölgedeki çiftçilerden temin
ediliyor.  Ulukaya, “Sütümüzün özellikle
bölgedeki çiftçilerden gururla üretiliyor olması bizim için önemli” diye
vurgulayarak, geçmişine olan bağını koparmadığını belli ediyor.

Hamdi Ulukaya, Türk yoğurdunu neden Yunan yoğurdu olarak
sattığı sorusuna, şöyle karşılık veriyor: “Yunanistan’da yoğurda ‘Yunan yoğurdu’
denmiyor. Tüm dünyada da ‘süzülmüş yoğurt’ şeklinde biliniyor. Fakat Amerika’da
Yunanlı bir firma tarafından tanıtıldığı için ‘Yunan yoğurdu’ şeklinde
adlandırdılar.  Benim için Türk yoğurdu
veya Yunan yoğurdu olması önemli değil. Önemli olan iyi bir yoğurt olması”
şeklinde özetliyor.

İnternet sayfalarının “Sıkça Sorulan Sorular” bölümünde de “Yunan
yoğurdunun nesi Yunan?” sorusu yer alıyor. Soruya verilen cevap ise şöyle: “ Bu
soru bize sürekli soruluyor! Çoğu insan ‘Yunan Yoğurdu’ ibaresinin yoğurdumuzu
nerede yaptığımızla alakalı olduğunu düşünüyor. Aslında biz bu deyim ile
yoğurdumuzu nasıl yaptığımızı açıklıyoruz… Chobani’nin bu kadar katı, yumuşak
ve normal yoğurtlardan daha çok protein içermesinin sebebi yüzyılların en eski
süzme teknikleri kullanmamızdandır. İşte bu yüzden Yunanlıları selamlıyoruz!
Yunan yoğurdunu yani!”

Ulukaya 200 milyon dolarlık bir yatırım ve 1.200 çalışan
sayısı ile yakın gelecekte şirketini daha da büyütmeyi planlıyor. “Özümüze sadık
kalarak; kaliteli, güzel tadı olan, uygun fiyatlı ve dürüst bir konumlandırma
ile üretim yaptığımız müddet, büyümemizin sonu gelmeyecektir. Yaptığımız şey
tamamen bu ilkeler doğrultusunda ilerlemek ve asla taviz vermemek” diyerek
şirketin değerlerini belirtiyor. 

Yoğurt kralı olmak
için Türk yoğurdunu Yunan yoğurdu diye satmak bir Türk girişimci için doğru
mudur?  Bu yaklaşımı destekliyor musunuz
yoksa tepki mi duyuyorsunuz?

Siz ne yapardınız?

Cevaplarınızı bekliyoruz…